Türk Tarih Kurumu Yayınları
117
Beşeri ilimlerin bağımsız bir araştırmalar muhiti teşkil edebilecekleri veya hususi bir epistemolojik statüye veya bir metodolojiye sahip disiplinler olabilecekleri fikri oldukça yakın zamanda doğmuştur. Onu XVII. asra takaddüm eden yazılarda bulmak için metinleri alt-üst etmek gerekir. Bu fikir ancak tedricen XVIII. asırda tasdik olunmuş ve XIX. asır içinde ağırlığını hissettirmiştir. Bu geç şuurlanışın sebeplerini şüphesiz Rönesans'a kadar bizzat ilmin içinde bulunduğu şartlarda aramak gerekir. Bu tarihe kadar ilim mefhumundan anlaşılan şey oldukça müphem ve belirsiz idi, zira bu mefhum metodlu bir araştırma kadar mantıklı ve insicamlı her nutku, ve hatta düzenli bir eylemi de belirtiyordu. Bir taraftan, az çok açık bir tarzda Aristo'nun ilimler tasnifine atıf yapılıyordu. Aristo ilimleri üçe ayrılıyordu: konusu gerekli görülen şeyin tahlili olan nazari ilimler; bizzat failin faaliyetleriyle ilgilenen tatbiki ilimler. Diğer taraftan, matematik dışında ve az çok açık fakat dağınık bazı araştırmalara rağmen, tabiat veya hayatı alakadar eden müşahadeler alanında, hiç bir ilim, diğerlerine model olabilecek ölçüde, özel bir hamle göstermemiştir. Fiilen, Rönesans'ın sonuna kadar, bütün ilimler aynı noktada idi: teşebbüste ciddiyet yokluğu, elyordamıyla araştırma, şüpheli sonuçlar. Batıl bakıma, Machiavel tarafından yapılan siyasi tahlil ve tarihe katkının onun devrinde fiziğe veya biyolojiye tahsis edilen incelemelerden daha ilmi (bu terime bugün verdiğimiz anlam içinde) olduğu da söylenebilir. Bu durum Rönesans'ın sonuna doğru değişti.