Dostoyevski, roman kişilerini, içinde bulunduğu toplumsal durumlar u¨zerine kurgular. Kahramanlarını kendi du¨şu¨nce ve kanaatlerinin âdeta bir sözcu¨su¨ yapar. Yine de o, bireysel ve toplumsal gerçeklikleri romanlarında daha belirsiz ve dolambaçlı bir dille aktarırken bu gerçekliği mektuplarında daha doğrudan ve sözu¨nu¨ sakınmaksızın anlatır.
Kronolojik olarak erken dönem ve geç dönem şeklinde kabaca iki gruba ayrılabilecek mektuplarından birinci gruba alınabilecek ilk mektuplarında; askerî mu¨hendislik okulunun uygunsuz atmosferiyle âdeta bir zavallı durumundaki karamsar ve duygusal ergenin kırılgan ruh hâli bu¨tu¨n ayrıntılarıyla ortaya çıkar. Bu dönem mektuplarında yazar, sorunlarla dolu kalbini, sık sık kardeşi Mihail’e açar. Kafası; Tanrı, doğa ve ruhla ilgili karmakarışık felsefî du¨şu¨ncelerle çalkalanır. Üstelik bu dönemde, evden gelen para havaleleri de seyrektir. Babasına yazdığı mektuplarında ‘demir gibi sert yoksulluğun’ tadını burada ilk defa tattığını belirtir. Bu yoksulluk, yıllarca onun peşini bırakmayacak ve kişiliği u¨zerinde silinmez izler bırakacaktır. Genellikle aynı kişiye yazdığı geç dönem mektuplarıysa gelişmekte olan bir yazarın ruh durumunu yansıtır: Âniden beliren, baş döndu¨ru¨cu¨ ve kısa ömu¨rlu¨ bir meşhur olma durumu, yaşamının sonuna kadar su¨recek edebiyat ırgatçılığının başlangıcı, sinsi depresyon atakları, belirsiz ‘ruhî’ ve sinirsel rahatsızlıklar, muhtemelen ilk sara belirtileri…
Mektuplar, Dostoyevski’nin sanatını çok yakından ilgilendirip derinden etkileyen özel yaşamının yeniden inşası açısından temel bir kaynak niteliği taşır. Bu bakımdan mektuplar, içinde bazı romanlarının kahramanlarını da yakaladığımız Dostoyevski’nin en yalın, en dolaysız toplumsal ve bireysel fotoğrafını çeken otobiyografisi olarak da okunabilir.