Düşünen İnsanın” Yalnızlığı
Fakiye Özsoysal
Çağdaş Tiyatroda Aydın Sorunu adlı çalışma, ‘aydın’ kimliğini değişik açılardan sorgulayan, ‘aydın’ın kendisiyle ve yaşadığı toplumla ilişkisinin boyutlarını, iç çatışmalarını konu edinen oyunları incelemekte, oyun yazarlarının, ele aldıkları bu izleği nasıl biçimlendirdiklerini, ‘aydın’ kavramına yaklaşımlarında değişen bakış açılarını, farklı dünya görüşlerinin ve toplumsal arka planlarının konuya bakışlarına olan etkisini ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda, Çek oyun yazarı Vaclav Havel ve İngiliz oyun yazarı Edward Bond’un oyunları üzerine yoğunlaşan incelemede, Türk tiyatrosunda ‘aydın’ temasını ele alan yazarların değişen bakış açıları da, Havel ve Bond’un görüşleriyle karşılaştırmalı olarak verilmekte. Melih Cevdet Anday’ın “İçerdekiler”, Oğuz Atay’ın “Oyunlarla Yaşayanlar”, Oktay Arayıcı’nın “Tanilli Dosyası” ve Behiç Ak’ın “Bina” adlı oyunlarından yola çıkılarak, yazarların konuyu ele alışlarındaki çeşitlilik de ortaya konulmakta.
Vaclav Havel’in totaliter yapıya ilişkin eleştirisi, sistemin kendisini varetmek için baskı, korkutma, dışlama, temel gereksinimlerden yoksun bırakma gibi yöntemlerle bireyi silikleştirip, önemsizleştirmesi üzerinde yoğunlaşırken, oyunlarında da, bu yapı içinde sıkışıp kalmış ‘düşünen insanın’ yalnızlığı, baskıdan kurtulmak için bireysel çabanın yetersizliği vurgulanıyor. Havel, böylesi bir sistem içinde yaşayan aydının da, dünyanın nereye gittiği, kendisinin bu yaşamın neresinde olduğu, anlamlı bir yaşam sürdürüp sürdürmediği konusunda kendisini sorgulayacak durumda olamayacağını ileri sürüyor. Oyunlarında bu görüşün yansımaları belirgin bir şekilde görülen Havel’in karşımıza çıkardığı aydınlar, sistemin yanılsama yaratan söylemine ve görüntüsüne aldanarak, dizge içinde alternatif bir yaşam tarzı geliştiremezler ve sorumluluklarını da yerine getirmekten uzaktırlar.
Edward Bond ise, ülkesinin politik yapılanmasından yola çıkarak, kapitalist düzenin işleyişine eleştiri getiriyor. Bu düzenin, insanları doğal yapılarına uygun olmayan koşullar altında ve yapay ihtiyaçlar için yaşamaya zorladığını, bunun da insanlarda şiddet duygusu yarattığını söyleyerek, karşılanmayan adalet gereksinimi karşısında bireylerin saldırganlaşmasına alternatif olarak sanatı çıkarıyor. Bond, görüşlerinde, sanatın insanca değerlerle yaşanan ve tek tek tüm bireylerin mutluluğunun amaçlandığı bir toplum yaratma işlevini taşıdığına olan inancını dile getiriyor ve bu anlamda sanatçının ya da aydının toplumsal rolünü, görevini yerine getirmesi, toplum çıkarlarından yana eleştirel bir tavır alması gerektiğini belirtiyor. Tiyatromuzdan seçilen örneklerde ise ‘aydın tavrına’ ilişkin yaklaşımlarda farklılıklar olduğu gösterilmekte. Oyunların yazıldığı dönemler ve yazarların dünya görüşleri bu farklılıkların belirmesinde bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Bu oyunlarda, kimi zaman bireysel sorunlarıyla başbaşa kalarak tüm ilgisini iç dünyasına çeviren; kimi zaman sistemle bir defa uzlaşmış, daha sonra da karşı bir tavır geliştiremeyen ya da karşı çıkışının bedelini taşıyamayacak hale getirilen; kimi zaman da yaşadığı tüm olumsuzluklara karşın ödünsüz, doğru bildiğini söylemekten geri durmayan oyun kişilerinin farklı tutumlarıyla karşılaşıyoruz.
İncelemenin sonunda, yaşanan gerçeklik karşısında eleştirel, varolanı sorgulayan, görünenin ardındakine ulaşmaya çalışan bir tutum içinde olan “düşünen insanın” ya da “aydının” tavrının, yaşadığı toplumsal gerçekliğe bağlı olarak boyut değiştirdiği vurgulanırken, yazarların konuya farklı yaklaşımlarının ardında, yaşamda kendilerini ifade etme biçimlerinin izlerini taşıdıklarına da dikkat çekiliyor.
Tiyatro alanında özellikle kuramsal açıdan Türkçe kaynakça azlığının yarattığı araştırma güçlükleri düşünüldüğünde, bu incelemenin konuyla ilgilenen tiyatro insanlarına, araştırmacılara ve kuramsal çalışmalara katkıda bulunacağı inancındayım.