Yazko Yayınları
Baba bir süre sonra gazete ve ekmek dolu sepetiyle sabah servisine çıktı. Üç numaranın zilini çaldı. Genç üniversiteli açtı kapıyı. Babayı görBaba başını salladı, “kız kanser illetine yakalanmış, beyim,” dedi. “Şunun şurasında üç günlük ömrü kalmış fakirin, bıraktım, varsın istediği gibi yaşasın.”
Genç üniversiteli sarsılmıştı, “özür dilerim, bilmiyordum,” dedi. “Gene de…”
Baba “sen bizi dert etme,” diyerek sözü kesti. “Al gazeteni.”
Genç üniversiteli gazetesini aldı, kapıyı kapadı. Birden Nuriye’nin sağlıklı, dipdiri bedeni geldi gözlerinin önüne. Kapıyı açtı, üst kata çıkan merdivenleri koşarak tırmandı, bir başka kapıyı çalmak üzere olan babanın omuzlarından tuttu, “yalan söylüyorsun! Sizin oralar da böyle midir? Söyle böyle midir,” diye bağırdı.
Baba genç üniversiteliye baktı, ölü bir sesle, “oralardan geleli çok oldu,” dedi. “Çok kar yağdı, çok güneş açtı.”
Üniversiteli derin bir soluk alıp babanın omuzlarını bıraktı. Yıkılmış adımlarla eve girdi, odasına kapandı. Orospuluğun olmadığı bir dünya düşlemeye çalıştı. Başaramadı. Giyindi, sokağa çıktı. Yolda kendi kendine, “belki de kız gerçekten kanserdir. Belki de,” diye sürekli yineliyordu.