315
Tam on iki yıllık bir aradan sonra, gene bu
uzak ve sımsıcak ülkeye beni sürükleyen talihim oldu.
12 yıl önce bana fahrî hemşehrilik beratının o pek cafcaflı
cildiyle, küçücük altın anahtarını lütfetmiş olan
Tekelon’ları, şüphesiz unutmuş değildim. Ama Londra’
da geçirdiğim ameliyatın yorgunluğunu ve ne yalan
söylemeli, yıllar boyu üzerime çullanmış durmuş daha
önceki sağlık kaygılarımı, kendi ülkemin âşinâ ikliminde
geçirmek varken, bu çok uzak diyara gidip dinlenmeyi
de asla düşünmüş değildim. Ama hastahane
dönüşü, yurda gelme hazırlığı içindeyken, Soho’
daki bir balık lokantasında birdenbire karşıma çıkan
şair dostum, Emilio Caramba, bütün plânlarımı altüst
ediverdi işte!.. Aslen Pontino’lu ve bence Güney Amerika’nın
en büyük şairi olan bu sevimli dost:
— Haydi demişti, üç gün sonra yurduma dönü
yorum. Seni doğruca Pontino’ya götürürüm. Hem dinlenir,
hem de en az senin onları sevdiğin kadar seni
seven vatandaşlarımı yıllar sonra bir daha görürsün.
Ve sonra buz gibi Mosel şarabıyla dolu bardağı
uzatırken, eklemişti:
— Sanıyorum ki, bu defa yazacak daha çok şey
var. Sen uğramıyaiı bizim o taraflarda öyle çok şey oldu
ki…
İşte Pablo’yu böylece tanıdım. Paplo’yu ve şair
dostum Caramba’nın «baştan aşağı duyguyla dolu sı
cak varlıklar» dediği bütün o insanları.
Part i başkanı Pablo, güneş batıncaya kadar tarlalarındaki
işçilerin başındaydı.
«— Ha aslanım. Ha yiğidim…» durmadan dürtükledi
durdu onları.
Aslında hepsinden çok iş yapardı. Güdü mü güç
lü, becerikli mi becerikli… Ama bayılırdı elbirliğine.
Etrafında adamlar olsun, hem çalışsın, hem de onları
coştursun ve gülüş ahenk iş görülsün!..
Pontino köyüne tepeden baktınız mı; Pablo’nun
tarlaları böyle bir çalışmanın mahsulü olduklarını da
hemen anlatırlar doğrusu!. Ekinler kıkırdar, meyve a-
ğaçlan rüzgârda âdeta salına salına şarkı söylerler…
Ve çitlerde, hendeklerde, öylesine bir intizam ve keskinlik
görülür ki, bütün bu yeşermenin, fışkırmanın,
kılı kırk yaran bir hak dikkati içinde sınırlandığı bellidir.