Edebiyat, Anlatı
Alfa Yayınları
2021
195
21. yüzyıl için ideal üniversite nedir?' sorusuna herhangi bir sınır çizmeden 3 gün boyunca cevap aranan konferans, fikri temellerin oluşmasına katkı sağlıyor
Kısa süre önce raflardaki yerini alan Bir Üniversite Var Ederken'de Sabancı Üniversitesi'nin dünden bugüne kuruluş hikayesini anlatmış Güler Sabancı. Üniversite fikrinin ortaya çıkışından başlayarak kuruluş öncesi aşamalara, bölümlerin, derslerin, öğretim üyelerinin belirlenmesinden kampüs inşaatına, kuruluş sonrası karşılaşılan zorluklardan başarılara ve başarılamayanlara dair kapsamlı bir özeti yalın ve samimi bir anlatım ile okuma imkanı buluyoruz kitapta.
Bu kitap Sabancı ailesi, Sabancı Üniversitesi mezunları, öğrencileri ve çalışanları için büyük anlam ifade etse de etki alanı sadece üniversite ile bağlantılı kişilerle sınırlı değil. Bir üniversite kuruluşunda dikkate edilmesi gereken hususlar, derin araştırma ve analizler, sadece diploma ya da eğitim veren değil; aynı zamanda dünya çapında araştırma yapılan, mezunlarının gerek akademik gerekse iş dünyasında teveccüh gördüğü, değişen dünyada her daim aynı yenilikçi yapıyı sürdürme becerisine sahip bir üniversite kurabilmeye dair içerdiği ipuçları eğitimle uzaktan yakından ilgili herkes için çok değerli.
Kitapta dikkatimi çeken ilk nokta, kuruluş esnasında, daha işin en başında düzenlenen arama konferansı oldu. 22 ülkeden, farklı disiplinlerde çalışan 50'nin üstünde bilim insanının katıldığı arama konferansında Şerif Mardin'den, Bülent Eczacıbaşı'na, Işık İnselbağ'dan Üstün Ergüder'e, Nilüfer Göle'ye, Kemal Derviş'e birçok önemli isim fikirleriyle geleceğin üniversitesine katkıda bulunuyor. '21. yüzyıl için ideal üniversite nedir?' sorusuna herhangi bir sınır çizmeden 3 gün boyunca cevap aranan bu konferansın üniversitenin fikri temellerinin oluşmasında büyük katkı sağladığını görüyoruz. Zira disiplinler arası bir eğitim sistemi ile değişime açık bir yapının oluşturulması bu konferansın çıktılarından. 1995 yılında, daha internetin yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı bir dönemde düzenlenen bu konferansta kampüssüz, tamamen online bir üniversite fikrinin dahi tartışılmış olması geleceğe ne derece dönük bir araştırma yapıldığının da bir göstergesi aynı zamanda.
Üniversite içeriğinin ve hedeflerinin belirlenmesi kadar kampüs inşaatına da özen gösterildiğini öğreniyoruz kitaptan. Hazır bir binada eğitime başlamaktansa biraz gecikme göze alınıyor ve uygun bir arazinin bulunması için bile aylarca araştırma yapılıyor. Geleceğe dönük, her türlü teknolojik altyapısı sağlam, ancak geçmişle de bağ kurulabilen bir kampüs inşa edilmesi hedefleniyor. Bu amaçla Selçuklu mimarisinden esinlenildiğini ve yerel malzeme kullanımına önem verildiğini okuyoruz. Binalarda kaplama malzemesi olarak Mimar Sinan'ın da yoğun olarak kullandığı, Süleymaniye Camisi'nde, Topkapı Sarayı'nda ve birçok tarihi yapıda karşımıza çıkan küfeki taşı kullanılıyor. Kampüsün mümkün olduğunca ekolojik olması bir diğer hedef. Yağmur sularının eskiden mıcır ocağı olarak işletilen alanda toplanıp bir gölet oluşturularak bahçe sulamada bu suyun kullanılması, elektrik ihtiyacının bir bölümünün güneş panellerinden sağlanması bu yaklaşımın birer parçası.
Kitapta gözümüze çarpan bir diğer önemli nokta rektör seçimlerine ve değişimlerine verilen emek, gösterilen özen. Bir üniversitenin kurumsal olarak varlığını sürdürmesinde, akademik başarılarında ve her alandaki saygınlığında en büyük önem taşıyan kişi şüphesiz rektörü. Kitapta dünyayı ve akademiyi çok iyi bilen, yöneticilik yapmış, üniversitenin yapısına uygun ve hedefleriyle uyumlu bir rektör seçmenin önemini ve bu uğurda aylarca süren arayışların vakit kaybı ya da boşa giden emek olmadığını net olarak görebiliyorsunuz.
Görev süresini dolduran rektörlerin değişiminde benimsenen süreç de üniversitenin sıkıntı yaşamadan yoluna devam edebilmesi açısından oldukça etkileyici. Rektörün görev süresini tamamlamasına daha iki yıl varken yeni rektör arayışı başlatılıyor. Belirlenen adaylarla yapılan görüşmeler neticesinde en uygun adayın devir teslime en geç 6 ay kala netleştirilmesi ve bu 6 ay boyunca halef-selef rektörlerin beraber çalışarak sarsıntısız bir geçiş için en iyi ortam hazırlanıyor.
Bir yüksek öğretim kurumunun ülkeye katkısını en üst düzeye çıkarabilmesi için sanayi ile iş birliği yapması ve akademik araştırmalar sonucu elde edilen çıktıların öyle ya da böyle üretime katkıda bulunması gerekiyor. Sanayiye verilen katkının yine üniversiteye araştırma bütçesi olarak dönmesi de sürdürülebilir bir ARGE yapısının kurulabilmesi için kritik önem taşıyor. Sabancı Üniversitesi bu gerekliliği ilk günden sanayi kuruluşlarıyla kurduğu iş birlikleri, ortak projeler ve Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi, Kompozit Teknolojiler Mükemmeliyet Merkezi, Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Direktörlüğü gibi kurumsal yapılarla güçlü tutmayı başarmış.
Üniversitenin her daim çağdaş ve dünyaya entegre kalabilmesi, hatta yön verebilmesi için oluşturulan uluslararası danışma kurulu da daha ilk yıllarda devreye alınıyor. Uluslararası bilimsel kurumların başkanları, küresel şirketlerin CEO'ları, siyasetçiler gibi üst düzey bir kadrodan oluşan danışma kurulunun uzun vade politikaların belirlenmesinde yön verici olması hedefleniyor. Columbia, MIT gibi üniversitelerle yapılan iş birlikleri ile de belirlenen alanlarda dünyanın sayılı okullarından olma gayesi pekiştiriliyor.
Şüphesiz bir üniversite kurmak kadar onun aynı ideallerle nesiller boyu yaşamını sürdürmesi de büyük önem taşıyor. Başta ABD'dekiler olmak üzere önde gelen vakıf üniversitelerinde uygulanan model Sabancı Üniversitesi'nde de uygulanıyor. Üniversitenin kuruluş bütçesinin büyük bölümünü sağlayan Hacı Ömer Sabancı Vakfı, Sabancı Holding şirketlerinden tahsis edilen hisse senetleri aracılığıyla her yıl ihtiyaç duyulacak kaynakların da sağlanacağını garanti ediyor.
Üniversitenin kuruluşundaki rolleriyle Güler Sabancı ve Kurucu Rektör Tosun Terzioğlu'na da dikkat çekmek istiyorum. Güler Hanım'ın doğrudan karar almaktan ziyade, doğru karar alınmasını sağlayacak araştırma, tartışma süreçlerini yönetme ve bu süreçlere katkı verebilecek insanları bir araya getirme rolünü üstlenmesinin en doğru kararların üst düzey katılımla alınmasını sağladığını görüyoruz. Mütevelli heyeti başkanı olarak tüm üniversiteden sorumlu olduğu halde kuruluştan itibaren akademik konulara mümkün olduğunca girmeme yaklaşımı da başarıya giden yolun işi uzmanlarına bırakmaktan geçtiği felsefesinin bir göstergesi olsa gerek. Güler Hanım'ın üstlendiği önemli görevlerden biri de Sabancı Ailesi ile ilişkiler. Süreçte yaşanan her zorluğu iyi bir iletişimle ailenin desteğini alarak aşmayı başarması aynı zamanda üniversite temellerinin de güçlü olmasını sağlıyor.
Kurucu Rektörlük görevini 12 yıl boyunca başarıyla yürüten Tosun Terzioğlu'nun Sabancı Üniversitesi'ne özgü kültürün oluşmasında büyük payı var. Tartışılmaz akademik kariyeri ve başarılı TÜBİTAK başkanlığı ile rektörlüğün gerektirdiği vasıfları fazlasıyla taşıyan Tosun Hoca her türlü fikre açık ve demokrat yapısıyla kuruluş sürecine büyük katkı sağlamıştır. Üniversiteler için en önemli konuların başında olan araştırma, düşünce ve ifade özgürlüğünün yerleşip korunmasında her daim ısrarcı olmuştur. Odasında kapası kapalı oturmak yerine bisikletiyle kampüste gezen, öğrencilerle doğrudan diyaloğa açık yönüyle de hem sorunlara doğrudan vakıf olmuş hem de üniversitenin mottosu olan "Birlikte yaratmak ve geliştirmek" felsefesinin yerleşmesine önayak olmuştur. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum.
Üniversite kurmak ne kadar zengin olursanız olun ciddi bir maddi kaynak ve iş yükü gerektiren bir çalışma. Ülkeye, dünyaya katkısını görmek, öğrencilerin hayatında yarattığı farka şahit olmaksa müthiş bir haz olmalı. Sabancı Ailesi içinde bu fikre ön ayak olanlardan Hacı Bey açılışı bile göremedi, Sakıp Bey ise sadece bir lisans mezuniyetine ABD'deki hasta yatağından katılabildi. Ama bıraktıkları eser ülkeye, insanımıza ve dünyaya sağlayacağı katkılarla isimlerini her daim yaşatacak. Ülkemizin Sabancı Üniversitesi gibi her anlamda başarılı kurumlarına nicelerinin eklenmesi dileklerimle.