Metis Yayınları
240
"Bu benim hikâyem, bir Arap kadınının hikâyesi. Kayıp bir dünyanın hikâyesi." Böyle başlıyor Cortas'ın anlatısı ve bizi yirminci yüzyılın en çalkantılı zamanlarında dünyanın en çalkantılı bölgelerinden birinde yaşamış idealist ve barışsever bir eğitimcinin; eşitlik ve özgürlük için mücadele eden, kadın haklarını sonuna dek savunan, sanatın her türünü sevip destekleyen, dil-din-ırk ayrımı yapmadan tüm insanlığı kucaklayan bir hümanistin yaşamöyküsüyle baş başa bırakıyor.
Samimi bir tevazu ve sadelikle kaleme alınmış bu hatırat sadece Cortas'ın kendi yaşamını değil Arap dünyasının yakın tarihini de kapsıyor elbette: Birinci Dünya Savaşı'nın ardından nihayet Osmanlı egemenliğinden kurtulup bağımsızlıklarına kavuşmayı uman Arap ülkelerinin Batı'nın sömürgeci zihniyeti ve eylemleri karşısında uğradığı hayal kırıklığı, İkinci Dünya Savaşı'nın Ortadoğu üzerindeki etkileri, İsrail'in bir devlet olarak ortaya çıkması sırasında ve sonrasında dökülen kan, evlerinden edilen Filistinlilerin çektiği acılar ve buna duyarsız kalan dünya kamuoyu, aynı topraklardan yaşayan insanların süreğen çatışmasının getirdiği maddi ve manevi yıkım...
Cortas'ın hikâyesinden görüyoruz ki bütün bu acıların ortasında insanlığa ve geleceğe olan umudunu yitirmeyen, halkların barış içinde bir arada yaşayabileceğine inanan, bu amaç uğruna canla başla mücadele eden insanlar da vardı. Ve yine bu hikâyeden görüyoruz ki hepimizin sevdiği bu dünya ancak böyle insanlar sayesinde daha sevilesi, daha yaşanası bir hale gelebilir.