Doğuş Yayınları
271
Felsefe, bir zamanlar belli başlı iki tane sorudan yola çıkmaktaydı. Sadece eskiden değil bugün dahi çoğu kimseler, kendi kendilerine sorarlar: a) Üzerinde yaşadığımız bu dünya ve kâinat, acaba niçin meydana gelmiş ve nasıl yaratılmıştır? b) Bu dünya üzerindeki insanın manası nedir? Onun gayesi ne olmalıdır? İnsan denilen varlığın gerçek mahiyeti, tarifi ve onu diğer canlılardan ayıran şey nedir? İşte bu iki temel soruyu kendi kendine soran veya merak eden herkes, ister istemez felsefenin içine girmiş demektir. Felsefe çeşitli milletler tarafından birkaç bin yıldan beri incelenmiştir. Fakat onun İlkçağdaki ve Ortaçağ'daki problemleri ile Rönesans'tan sonraki meseleleri arasında, mahiyetçe benzerlikler bulunmakla beraber kemiyetçe önemli farklar vardır. Özellikle zamanımızda felsefe problemlerinin sayısı, oldukça yüksek bir düzeye ulaşmıştır... Çünkü pozitif ilimler ilerledikçe, felsefeyi ilgilendiren meseleler de çoğalmaya başlamıştır; bunun sebebi, pozitif ilimler ile felsefe arasında devamlı bir ilişki bulunmasıdır. Bugün pozitif adını verdiğimiz ilimlerin hepsi de, eskiden felsefenin çatısı altındaydı. Bu bakımdan felsefe, bütün ilimleri kendi bünyesinde toplayan bir külli ilim (bütünleşmiş bilgi) olarak anlaşılmaktaydı. Fakat Rönesans'tan itibaren pozitif ilimler (fizik, biyoloji, astronomi, vs. gibi ilimler), yeni keşifler sayesinde bağımsızlık kazandılar ve felsefeden ayrıldılar. Bu sebeple pozitif yani kuralları pose (poze) edilmiş (vaz edilmiş, konulmuş) ilimler, belli kanunlara ve ispatlara dayanmaktadır. Bu bakımdan felsefe, sadece ispat edilmemiş bir takım tortu suallerle uğraşıyor gibidir. Nitekim felsefeye karşı yöneltilen eleştirilerden biri de, bu alanda elle tutulur gözle görülür hiç bir müspet (ispat edilmiş) sonucun bulunmadığı iddiasıdır. Şu halde, ispat edilmiş (müspet) olsaydı, felsefe dahi müspet (pozitif) bir ilim sayılırdı denilmektedir.